(...)O gün, iki âşık Eminönü’nün o güzel
sahilinde gezinirken; Sultan, Mehtap'ı gördü ve ağlamaya başladı. İki sadık
dost, birbirleriyle özlem giderdikten sonra Mehtap, intikam peşinde koşan
abisinin bir kötülük yapacağını Sultan ve Kerem'e söyledi. Üç iyi insan, o gün
güzel vakit geçirdikten sonra evlerine döndüler.
Akşam, Sultan ve Kerem, evlerinden yağan
yağmuru izliyorlardı. Şöminenin karşısına oturmuş sohbet eden iki âşık ölene
dek birbirlerinden ayrılmayacaklarına söz verdiler.
Yağmurlu bir bahar sabahıydı. Kerem,
sevdiği kadına güzel bir kahvaltı masası hazırlamıştı. İki âşık, sabah kahvaltısını
beraber yapacaklardı. Sonra Kerem, masaya da Sultan'ın sevdiği sarı lalelerden
de koymak istedi. Sarı lale almak için dışarıya çıktı. Çiçeği aldıktan sonra eve
döndü ve Sultan'a seslendi. Sultan, ses vermiyordu. Uyudukları odaya çıktığında
gözlerine inanamadı. Sultan, gözleri açık hareketsiz bir şekilde yatağın içinde
yatıyordu. Sultan, ölmüştü. Boğularak öldürülmüştü. Sonra arkadan birilerinin
kaçmaya çalıştığını fark etti. Kaçan kişi, Mahmut'tu Mahmut çıkışa gelmişti
ki; Melih ile karşılaştı. Melih o gün Keremleri ziyarete gelmişti. Melih adamın
telaşlı bir şekilde Keremlerin evinden kaçmaya çalıştığını görünce adamı
engelledi ve bir hamle ile adamı yere yatırdı. Kerem, gözyaşı içinde Melih’in
tepelediği adama vurmaya başladı. Sultan'ı, sevdiği kadını ölmüştü. Onu
öldürende Mahmut'tu Melih, Kerem’i sakinleştirdikten sonra polisi aradı.
Mahmut tutuklandı. Buna sebep olan Refik’ti. Polis Refiki de tutukladı. Kerem,
sevdiği kadını toprağa verirken; o yağmurlu bahar gününde sanki bu
yaşananlardan dolayı gökyüzünün de içerleyip ağladığını düşünmüştü. O günden
bugüne dek Kerem, sevdiği kadına verdiği söz de durdu. Ve Sultan’dan başka
hiçbir kadını da sevmedi. Yazdığı şiirleriyle de insanların yaralarına merhem
oldu. Sevdiği kadını unutmayan bir şair olarak hayatını acılar içinde devam
ettirdi.
SON
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder