Translate

17 Temmuz 2013 Çarşamba

YENİ ÖYKÜM...

BİR NİSAN YAĞMURU
Yağmur bugün daha bir hırçın daha bir hüzünlü yağıyordu. Kerem, bu hırçın hüzünlü yağmur damlalarını izlerken biran için geçmişini, yaşadığı olayları hatırladı. Neydi o mücadeleler, gecelerce uykusuz kaldığı o günler. Ve birde unutamadığı o güzel kız Sultan. Gördüğü andan itibaren tarifi imkânsız duygulara kapılmıştı.

Sultan gözleri mavi, teni bembeyaz. Bir defacık güldü mü herkesi kendine bağlayan, bir güzel. Çalışkan, sözleriyle herkesi etkileyen, bir erkeğin düşlerini süsleyecek tüm özelliklere sahip bir melekti. Zengin bir ailenin kızıydı. Kerem böyle bir kızın kendisine yüz vermeyeceğini biliyordu. Çünkü Kerem fakir bir aile çocuğuydu. Hayatla mücadele içerisinde olan; utangaç, kimseyle konuşmayan, içine kapanık biriydi. Yakışıklıydı ama çektiği sıkıntılar, verdiği mücadele o kadar çok ağırdı ki daha yirmisine basmadan omuzları çökmüş, saçları beyazlamıştı. Yaşadığı sıkıntılar onu böyle bir insan olmaya zorlamıştı. Sultan, o güzel dilber, Kerem’in yaşadıklarını biliyor muydu? Nerden bilecekti ki? Sultan ailesinin tek çocuğuydu. Ailesi Sultan’ın her isteğini yerine getiriyordu. Eğitimini yabancı okullarda tamamlamış ve bir banka da müdüre olarak işe başlamıştı.
Kerem ise kimi zaman simitçi, kimi zaman tornacı olurdu. Ara sıra şoförlükte yapardı. Ayakkabı bile boyadı. Küçük yaşta, hem çalışmış hem de okula gitmişti. Annesi ve babası, tek oğulları Kerem’e o kadar çok bağlanmışlardı ki evin her işini, yaşından büyük bu çocuk yapıyordu. Kerem, annesini ve babasını çok severdi ve onların üzülmemesi için elinden geleni yapıyordu. Lâkin babası ve annesi çocuklarının bu durumuna çok üzülüyordu. Kerem’in babası yatalaktı.
Evin tüm işleri annesinin ve Kerem’in üzerine kalmıştı. Kerem, buna rağmen okula gitmeyi ihmâl etmedi. İlkokulu, ortaokulu bitirdi ve lise ikinci sınıfta okulu bırakmak zorunda kaldı.
Kerem, uzun bir süre ailesine bakmak için çalıştı. Okulu elinde olmayan imkânlardan dolayı bıraksa da hiçbir zaman okumayı terk etmedi. Her akşam mutlaka kitap okuyordu. Aradan uzun yıllar geçti. Kerem 25 yaşına girmişti. Annesini, babasını sefalet ve yokluk içinde kaybetti. Ve bu çocuk şimdi çalışma odasının penceresinden yağan yağmura bakıyordu. Kerem, Sultan’ı böyle yağmurlu bir günde görmüş, onu uzun süre takip etmişti. Aradan uzun yıllar geçmişti. Kerem o zamanlar Sultan’ın kendisiyle ilgilenmeyeceğini biliyordu. Çünkü hayatla hep mücadele içindeydi. Çalıştı, çalıştı. Çok kitap okuyordu. O kadar çok kitap vardı ki; okumadığı kitap kalmamıştı. Kerem, eski Kerem değildi. Kendisini çok geliştirmiş,  konuşmasını bilen ve herkesi sohbetiyle kendisine bağlayan biri olmuştu. Çok iyi şiirlerde yazınca, bir yayın evi Kerem’deki bu gizli cevheri fark etmiş ve elinden tutmuştu. Kerem, yazdığı şiirlerle kanayan yaralara merhem olmuştu ama kendi yarasına merhem olamamıştı.
Bir gün Sultan’ın karşısına çıkıp her şeyi anlatmaya karar verdi. Sultan’ın çalıştığı bankanın önünde bu sefer şoför olarak değil; bir yazar olarak bir âşık olarak bekliyordu. Sultan’ın geldiğini görünce heyecanlandı. Bir an için kalbi yerinden çıkacak gibi oldu. Ama cesaretini yitirmedi. Sultan’ın önünü kesti, eline bir zarf tutuşturup oradan uzaklaştı. Sultan, Kerem’i tanıyordu. Kendisini de uzun süre takip ettiğini biliyordu. Hiç tereddüt etmeden zarfı aldı. Heyecanla ofisine doğru gitti ve zarfı açtı. İçinde ki şu dörtlüğü okudu:

Hayat acımasız ve zalim biliyor musun?
Yine seni düşünüyorum, ağlıyorum
Bazen de pencereden dalıp gidiyorum
Seviyorum ama söyleyemiyorum
İşte şimdi söylüyorum
Seni çok ama çok seviyorum…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder