Yağmur bugün daha bir hırçın daha bir
hüzünlü yağıyordu. Kerem, bu hırçın hüzünlü yağmur damlalarını izlerken biran
için geçmişini, yaşadığı olayları hatırladı. Neydi o mücadeleler, gecelerce
uykusuz kaldığı o günler. Ve birde unutamadığı o güzel kız Sultan. Gördüğü
andan itibaren tarifi imkânsız duygulara kapılmıştı.
Sultan gözleri mavi, teni bembeyaz. Bir
defacık güldü mü herkesi kendine bağlayan, bir güzel. Çalışkan, sözleriyle
herkesi etkileyen, bir erkeğin düşlerini süsleyecek tüm özelliklere sahip bir
melekti. Zengin bir ailenin kızıydı. Kerem böyle bir kızın kendisine yüz vermeyeceğini
biliyordu. Çünkü Kerem fakir bir aile çocuğuydu. Hayatla mücadele içerisinde
olan; utangaç, kimseyle konuşmayan, içine kapanık biriydi. Yakışıklıydı ama
çektiği sıkıntılar, verdiği mücadele o kadar çok ağırdı ki daha yirmisine
basmadan omuzları çökmüş, saçları beyazlamıştı. Yaşadığı sıkıntılar onu böyle
bir insan olmaya zorlamıştı. Sultan, o güzel dilber, Kerem’in yaşadıklarını
biliyor muydu? Nerden bilecekti ki? Sultan ailesinin tek çocuğuydu. Ailesi
Sultan’ın her isteğini yerine getiriyordu. Eğitimini yabancı okullarda
tamamlamış ve bir banka da müdüre olarak işe başlamıştı.
Kerem ise kimi zaman simitçi, kimi zaman
tornacı olurdu. Ara sıra şoförlükte yapardı. Ayakkabı bile boyadı. Küçük yaşta,
hem çalışmış hem de okula gitmişti. Annesi ve babası, tek oğulları Kerem’e o
kadar çok bağlanmışlardı ki evin her işini, yaşından büyük bu çocuk yapıyordu.
Kerem, annesini ve babasını çok severdi ve onların üzülmemesi için elinden
geleni yapıyordu. Lâkin
babası ve annesi çocuklarının bu durumuna çok üzülüyordu. Kerem’in babası
yatalaktı.
Evin tüm işleri annesinin ve Kerem’in
üzerine kalmıştı. Kerem, buna rağmen okula gitmeyi ihmâl etmedi. İlkokulu,
ortaokulu bitirdi ve lise ikinci sınıfta okulu bırakmak zorunda kaldı.
Kerem, uzun bir süre ailesine bakmak
için çalıştı. Okulu elinde olmayan imkânlardan dolayı bıraksa da hiçbir zaman
okumayı terk etmedi. Her akşam mutlaka kitap okuyordu. Aradan uzun yıllar
geçti. Kerem 25 yaşına girmişti. Annesini, babasını sefalet ve yokluk içinde
kaybetti. Ve bu çocuk şimdi çalışma odasının penceresinden yağan yağmura
bakıyordu. Kerem, Sultan’ı böyle
yağmurlu bir günde görmüş, onu uzun süre takip etmişti. Aradan uzun yıllar
geçmişti. Kerem o zamanlar Sultan’ın kendisiyle ilgilenmeyeceğini biliyordu. Çünkü
hayatla hep mücadele içindeydi. Çalıştı, çalıştı. Çok kitap okuyordu. O kadar
çok kitap vardı ki; okumadığı kitap kalmamıştı. Kerem, eski Kerem değildi.
Kendisini çok geliştirmiş, konuşmasını
bilen ve herkesi sohbetiyle kendisine bağlayan biri olmuştu. Çok iyi şiirlerde
yazınca, bir yayın evi Kerem’deki bu gizli cevheri fark etmiş ve elinden
tutmuştu. Kerem, yazdığı şiirlerle kanayan yaralara merhem olmuştu ama kendi
yarasına merhem olamamıştı.
Bir gün Sultan’ın karşısına çıkıp her
şeyi anlatmaya karar verdi. Sultan’ın çalıştığı bankanın önünde bu sefer şoför
olarak değil; bir yazar olarak bir âşık olarak bekliyordu. Sultan’ın geldiğini
görünce heyecanlandı. Bir an için kalbi yerinden çıkacak gibi oldu. Ama
cesaretini yitirmedi. Sultan’ın önünü kesti, eline bir zarf tutuşturup oradan
uzaklaştı. Sultan, Kerem’i tanıyordu. Kendisini de uzun süre takip ettiğini
biliyordu. Hiç tereddüt etmeden zarfı aldı. Heyecanla ofisine doğru gitti ve
zarfı açtı. İçinde ki şu dörtlüğü okudu:
Hayat acımasız ve zalim biliyor musun?
Yine seni düşünüyorum, ağlıyorum
Bazen de pencereden dalıp gidiyorum
Seviyorum ama söyleyemiyorum
İşte şimdi söylüyorum
Seni çok ama çok seviyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder